Kendime dair...
Sadece ilhamını değil, malzemesini de sıklıkla doğadan sağlayan biriyim ben...
Alabildiğince alan ve aldıkça çoğalan, genişleyen, ilerleyen... Aynı ölçüde doyumsuz... Bir o kadar da arayışta...
Yıllarca yaptığım kendilik pratiklerimde çoğunlukla kim olduğuma dair sorular sordum kendime... Birazım yıllar önceki Şeyda, birazım bambaşka... Sürdürdüğüm çalışmalar hala Ben'i şekillendiriyor... Sorularım da çoğalıyor benimle birlikte.
Sorularım da değişiyor...
Çalışmalarıma baktığınız zaman bazen kendine, bazen başkalarına temas eden bir ben çıkıyor karşınıza... Toplumsal sorunları kendi dinamiklerim bağlamında ele alıyorum. Bazen benden ötekine ulaşan bir duygu görüyorsunuz, bazen ötekinden bana akanları aktarıyorum izleyiciye...
Sanat terapisi hayatıma girdikten ve psikoloji eğitimine başladıktan sonra estetik kaygımdan biraz olsun uzaklaşıp, bilinçdışı süreçlerimin ellerime yön vermesine izin verebildim neyse ki... Duygular döküldükçe nasıl hafiflediğimi, terapötik etkileşimin beni nasıl dönüştürdüğünü bizzat deneyimledim.
Sanat terapisinin etkilerini gördükten sonra da, insanlara ulaşabilmesi için elimden geleni yapacağıma kendime söz verdim...
Doğayı ve duyguları referans aldığım bazı çalışmalarda değindiğim "travma ve yas", aslında üzerine toplumsal olarak eğilmemiz gereken bir konu olarak karşımızda...
Ve yası yaşayıp sağaltmadığımız sürece, kollektif travma tepkisi formunda, bizden sonraki nesillere taşıyacağımız bir duygusal yük olarak her daim sırtımızda olacak...
Yangın bölgesinde çalışırken sadece insanların duygularını değil, hayvanların ve için için yanan ağaçların çığlıklarını da duydum... Ekolojik yas; hem doğaya hem insana dair bir olgu... Yangınlar, iklim değişikliği, seller ve depremler sonrası yaşadığımız ekolojik kayıplar da yas olgusu bağlamında ele alınması gereken önemli konular...
Travmatik olayı konuşmaya gerek olmadan travmayı ve yası işlemlemenin, sağaltabilmenin ve duygusal dayanıklılığı arttırmanın en şefkatli ve sağlıklı yolu,
non-verbal döneme dayanan sanat pratiklerinden ve sanat terapisinin iyileştirici etkisinden geçiyor. Bunu afet sonrası dönemde depremzedeler ile klinikte yürüttüğüm atölyelerde birebir deneyimleme şansı elde ettim. Bu nedenle en güçlü isteklerimden biri, sanat terapisinin artık psikiyatri kliniklerinden taşıp, toplumsal olarak her yerde ve koşulda deneyimleyerek fayda sağladığımız, ulaşılabilir bir merhem olması...
Sanatın kapsayıcı ve iyileştirici gücü sayesinde,
yaralarımızı şefkatle sarabilmek umuduyla...
...
Resim yaparken, insanların sesini kısıp müziğin sesini açıyorum.
Sadece kendi içime bakıyorum. İçimde konuşana değil, yalnızca susana...
Hissettiklerimi değil, hissetmeye bile korkarak hissedemediklerimi çiziyorum...
Bazen benden öteye açılıyor o kapı...
Başkalarının düşüncelerine göre değil, kendi hissettiklerime göre şekilleniyorum. Onların düşüncelerinden ziyade duygularına ihtiyacım var. Kalbimin derinlerinde hissedeceğim duygulara...
Eğer hissedersem, parmaklarımdan çıkan duygular yalnızca bana ait olmuyor... Bakanların ve yaşayanların gözlerinden akıp gittiğini görebiliyorum...
Bazen büyük bir boşluğu resmediyorum. Ucu bucağı olmayan şeyler bile üzerini boyadıkça renkleniyor, şekilleniyor, bir forma bürünüyor... Sonra neye benziyorsa onun üzerinden devam ediyorum.
Kendiliğe uzanan rengarenk bir yolda yürüyorum...
Sorular soruyorum. Cevaplar aramanın anlamsızlığını yeni yeni farkediyorum. Soru soruyu getiriyorsa daha çok boyayıp, daha iyi anlıyorum.
Aslolan sorudur.
Ve hiçbir şeyin tek bir doğru cevabı olmadığını biliyorum...
Sonra sakinleşiyor herşey...
Bazen durup hiçbir şey yapmamak istiyorum.
Biriktiriyorum, biriktiriyorum ve biriktiriyorum. Sonra biriktirdiğim herşeyi kağıtlara, tuvallere, kayalıklara, toprağa boca etmek istiyorum...
Bir denizde kıyıya vuran dalga gibi hissediyorum bazen kendimi. Rüzgarın savurmasıyla büyük bir hızla yükselen, kıyıya sertçe çarpan ama sakince geri çekilen bir dalga... Bir dalga kadar hırçın ve bir dalga kadar sakin...
Biraz yavaşlamak istiyorum. Sakince, sabırla, bilgelikle yansıtmak istiyorum içimdekileri... Bunu öğrenmeye çalışıyorum.
Bütün evrenin bir denge hali içinde olduğunu farkediyorum. Denge bozulduğunda normalin dışında kalanın yalnızlığını , normalliğin sıradanlığına tercih edenleri de seviyorum; normal olana yakınlık duyanlar kadar...
Denge halindeki evreni seviyorum, içindeki dengesizliklerle beraber...
Fark yaratanların farklılığının kendiliğinden geldiğini görüyorum...
Varlığımı her halimle kabul ediyorum.
Kendimi, içimdeki ve dışımdaki evreni şefkatle kucaklıyorum...
Hatalarıma daha yakından bakmak istiyorum.
Kendi içimi görebilmek için açıyorum gözlerimi...
Dokunuyorum... Hissediyorum... Sadece çiziyorum...
Bende varolanın akıp gitmesine izin veriyorum...
Şeyda Turgut