Sanatçı yapıtını ortaya koyduğu süreçte başvurduğu araştırma nesnesini kendi imgelemi doğrultusunda kendi estetik nesnesine dönüştürür. Her tür sanatsal etkinlik bu tür özne-nesne ilişkisinden meydana gelir. Her üslup kendine has bir özne-nesne ilişkisi geliştirir. Bu ilişkiyi oluşturan kimi zaman sanatçının salt doğada gördükleri olduğu söylenirken, kimi zaman ideolojik yargıları, dini değerleri, zihinsel olarak tasarladığı ve sentezlediği ya da yalnızca duygularıyla ortaya çıkan kendi imgelemi veya bir çok farklı yorumlamalarla zihinsel yaratı nesnesi olarak ortaya konur.
Psikodinamik açıdan ele alındığında ise bir sanat çalışmasında ortaya konmak istenen şey aslında sanatçının benliğine yerleşmiş ve kesinlikle bulup çıkarmak istediği benlik nesneleridir. Kandinsky, sanatsal ürünü ortaya koyma ihtiyacının derin bir iç gereksinmeden kaynaklandığını ve Bruner de sanatçının çalışması ile benliğin etki altına girdiğinden bahsetmiştir. Bir sanat eserinin anlamı onda hali hazırda var olan veya yansıtılan öyküsüyle ilgilidir. Eser aslında bize bir öykü anlatmaktan ziyade bilmediğimiz veya işitmediğimiz bir dilde yazılmış bir öyküden bahseder. Sanat eseri bu sebeple, öyküsü ve mesajı içinde gizli bir metafordur. Bu bağlamda sanat yapıtını, açıklanmadığı sürece sonsuza kadar gizli ve bilinmez olarak kalacak olan tinsel içerikleri açıklayan ve onlar tarafından açıklanan bir araştırma nesnesi olarak ele alabiliriz. Aynı zamanda sanat yapıtı bir ayna gibi sanatçıyı yansıtır. Sanatçı kendisine dışardan bakma olanağı yakalar ve böylece sanat yapıtı sanatçının kendini görme ve var olma aracı haline gelir. Ayna, Narkissos mitosundan yola çıkarak, insanın kendisine narsisistik anlamda bakabilmesi anlamına gelmektedir ve sanatçının kendi yapıtıyla karşılaşması, kişiliğinin gizli kalmış yönlerine ışık tutma ve sorgulaması konusunda ona eşsiz bir fırsat sunar. Ayna işlevi gören bir araştırma nesnesi, öznenin kendisine başka birine bakarmış gibi dışarıdan bakma olanağı sağlayabilir.
Kohut’un Kendilik kuramından yola çıkarak, sanatçı ve sanat yapıtı ilişkisi anne ve bebek ilişkisine benzetilebilir. Aynalayıcı kendilik nesnesi, annenin ruhsal gelişimi açısından bebek (yani aynadan beklenen), annenin varlığını doğrulaması, onaylaması ve kabul etmesidir. Sonrasında ise mutluluk, huzur, neşe, beğeni ve coşku ile renklendirdiği imgesini annesine geri yansıtmasıdır. Bebek, hem ben hem öteki ve biraz ben biraz öteki olarak algılanan kendilik nesnesidir ve kendiliğin işlevsel bir parçasıdır. İnsanın kendisini tanıma, anlama, bilme ve kabul etmesindeki ilk adım, kendisine dışarıdan biri gibi, bir başkasına bakarmışçasına bakmaya başlamasıdır. Kendi yapıtından yansıyan imgeler aracılığıyla varlığını doğrulaması, sanatçıya kendini yeniden yapılandırma imkanı sağlar. Kendisine dışarıdan bakması, yeni bir farkındalık yaratarak varlığına yönelik daha somut ve elle tutulabilir bir boyut kazandırır. Böylece sanatçı merkez dışı bir konuma yerleşerek kendisine uzaktan bakar yani sanatçı-özneyi sanatçı-nesneye dönüştürür. Bu dönüşüm ve kendine ikincil bakış sanatçıda araştırma ve sorgulama isteği uyandırır. Bir insan kendine kim olduğunu, ne yaptığını, nasıl yaptığını ve yaptıklarının nedenlerini içeren sorular yönelterek ve cevaplayarak kendini tanımaya çalışır. Bir sanatçı da sanat ürünü ortaya koyma sürecinde kendine bu tür sorular sormadan edemez ve böylelikle ortaya koyduğu her yapıtı ileriye doğru sıçrama ya da patlama eylemi olan birisi haline gelir. Bu eylem, onun sürekli sorgulayan ve yorulmak bilmez bir araştırmacı olması nedeniyle, kendi yapıtıyla karşılaşması ile başlar. Onun yapıtları sonu gelmeyen araştırma ve yorumlarının sonucudur.
Sanatsal etkinlik her seferinde farklı bir biçimde gerçekleşen ve bir türlü bitmek bilmeyen bir araştırma sürecidir. Sanatçı gözlediği, varlık ve olguları yalnızca yansıtmakla yetinmeyip, bu yansıtma esnasında gözleneni algılama, farkına varma, bilme ve anlama yeteneği de kazanır. Satır ve Kayserili’ye göre sanatın gelişimini sürdürmesi, ortaya çıktığı günden bugüne dek sürekli olarak değişim gösteren ancak asla yok olmayan özne-nesne ilişkisi içinde olmasıdır.
Kohut’a göre yaratıcı bir çalışmada sanatsal yapıtın bizzat kendisi ve varsayılan izleyicinin her ikisi de kendilik nesnesi işlevi görür. Sanatsal etkinlik esnasında kendilik ve kendilik nesnesi arasındaki ilişki neticesinde sanatçının yaşantısı değişime uğrar ve bu nedenle sanatsal bir yapıta dönüşür. Sanat yapıtı, yaratıcılık, araştırma, sorgulama ve öznellik açısından benzersiz bir özelliğe sahiptir ve sanatçının psikolojik eğilimlerini açığa vurur. Sanatçının araştırmacı tutumu, ortaya konan yapıtın bir araç olarak kullanılmasıyla tam bir kendilik pratiği haline dönüşür. Sanatçı bu kendilik pratiklerini deneyimlerken adeta varlığına ilişkin bir anlam arayışındadır. Hakikate ancak sanatçının kendi yapıtına başkasının yapıtlarına yaklaşır gibi yaklaşması, mantık ve sezgi, tin ile beden, özne ile nesne, akıl ve akıl dışı arasında kalan sorgulama ve yorumlaması sayesinde ulaşılabilir ve kendisinin o güne farkına varmadığı gizil yönlerinin ortaya çıkması sağlanabilir. Sanat yapıtı, sanatçının hakikat ile ilişkisini kurduğu ve içinde iç dünyasını sakladığı bir kaptır. Sanatçının ortaya koyduğu yapıt, sanatsal yaratım sırasında ve eserin tamamlanmasından sonra ortaya çıkan iki tür bilgi içerir ve artık sanatçının epistemik, etik ve estetik bir varoluş içinde kendini geliştirmesi ve anlamasını sağlayan bir kendilik nesnesidir.
.
.
.
Gökçe, J. (2016) Kendilik Nesnesi Olarak Sanat Yapıtı.
Güney, M. (1999). Sanat, Benlik Nesnesi Ve İlham. Klinik Psikiyatri Dergisi, 2(1), 42-45.
Kaya, Y. (2016). Sanatçı-Nesne İlişkisi Bağlamında, Resim Sanatında Nesne Sürekliliği, Zorunluluğu, Metamorfozu Ve Manipülasyonu. İdil, 5 (15), S.115-130.
#kendilik #kendilikpsikolojisi #kendiliknesnesi #kendilikpratikleri #psikoloji #psikanaliz #sanat #kohut
Comments