Maurice Merleau-Ponty, felsefe ve resim üzerine yazdığı “Göz ve Tin” isimli metninde, ressamı varlık dünyasının anlamını araştıran bir filozof ve resmi felsefik bir bilgi türü olarak ele alır. Ressamın, neyin ve kimin resmini yaparsa yapsın aslında kendiliğin resmini yapmakta ve kendiliği araştırmakta olduğunu söyler. Foucault’a göre kendilik, insanın kendini nasıl algıladığından, nasıl biri olduğundan, nasıl olması gerektiği konusuna kadar geniş bir yelpazede kendisiyle kurmuş olduğu gerçeklik ilişkisidir ve amacı en başında kendini tanımak iken sonuna geldiğinde, kendini ahlaki bir özne olarak şekillendirmesidir. Bu kendini tanıma sürecinde ise kişinin benimsediği yaklaşım doğrultusunda uygun etkinliklerde bulunması yani kendiliğini keşfetme hedefine yönelik yaptığı çalışmalar ‘kendilik pratikleri’ olarak tanımlanır.
Sanat, özne-nesne ilişkisi bağlamında ele alındığında hakikati görmek amacıyla kendisine bakan biri için kendini aynalayan ve gerçekliği yansıtan bir aynadır. Ayna, karşısındaki özne sayesinde anlamlanan, özneyi nesneye dönüştüren içi boş bir nesnedir ve varlığının gerçekliğini yansıttığı görüntüden alır. Anlam kazanması için yansıtmaya, yansıtması için dünyaya ihtiyacı vardır ve yansıtma ekseninde dünya değişir ve yeni bir anlam kazanır. Ancak sanat sadece yansıtmayla yetinmeyen, hem araştırıcı hem de yaratıcı bir olgudur. Sanatçı, hayal gücünü kullanıp gerçekliği ve kendisini tinsel bir varlık olarak yeniden yaratır. Kendilik nesnesi, kişinin duygusal yatırım yaptığı, az ya da çok, benliği içine yerleşmiş nesnelerdir. Kendilik nesneleri benliğin devamlılığını ve bütünlüğünü korumak ve beslemek açısından işlevseldir. Benlik kapasitesini hem duygulanım hem de gelişim açısından destekler. Psikanalitik açıdan ele aldığımızda biz diğer insanlarla, bağımsız varlıklar olarak ve benlik nesnemiz olarak iki türlü ilişki kurarız. Bir sanatçının ortaya koyduğu yapıtı ile ilişkisi de cansız bir nesne ile olan ilişki gibi görünür. Bir ressam tuvali üzerine aktardığı boya ve şekiller ile ilgili gibidir ama halbuki asıl onun arkasında açıklanmak istenen yaşantısal bir durum söz konusudur. Bu durum estetik bileşenler yardımı ile ifade edilir fakat bu yaşantısal ilişki sanat eserinin maddesel bileşenleri ile ilgili değildir. Sanatçı eserinde, duygularını nesnel olarak ifade etmiş ve bunu sembolik materyalin etkisi altında işleyerek sanatsal bir nesne ortaya çıkarmıştır. Eğer izleyici bir eserden etkileniyorsa, sanatçının ortaya koyduğu sembolize edilmiş yaşantısal ilişkinin farkına varmış demektir. Hatta sanatçının kendisi de esere yansıtılan bu duygusal ifadeden etkilenebilir. Sanatçı benliğinin kendi benlik nesnesi olan üründen etkilenmesi paradoks gibi görünebilir ancak bu bilinçdışı yansımaların fark edilmesi ya da yaşantısal ilişkinin bilinçli benlik tarafından bir miktar yabancı ve başkasına aitmiş gibi algılanması (bunu ben mi yaptım?) ile açıklanabilir. Sanat yapıtı yüzeysel olarak ele alındığında yalnızca somut betimleyici bir nesnedir. Fakat betimleyici nitelikteki bir sanat yapıtı aynı zamanda kendi içinde bulunanı gizlemektedir. Merleau-Ponty sanat yapıtını maddesel özelliklere sahip bir gizilgüç olarak tasvir eder. Sanatsal faaliyet bir noktada, gerçekliğin perdesini açar ve içinde gizlenen şeyleri açığa çıkartır. Gerçekliği yansıtan sanat yapıtı da gizil olarak onu açıklar. Sanat yapıtının görünürdeki mesajı, aslında gerçek mesajı gizleyen bir temsildir.
.
.
.
Gökçe, J. (2016) Kendilik Nesnesi Olarak Sanat Yapıtı. Güney, M. (1999). Sanat, Benlik Nesnesi Ve İlham. Klinik Psikiyatri Dergisi, 2(1), 42-45.
Comentarios